Beyyine Suresi

Beyyine Suresi, Kuran-ı Kerim’in Medine devrinde nazil olan surelerindendir. Hak ile batılı ayıran vahyin kul için kıymetini ortaya koyar. Sekiz ayetten müteşekkil bu sure, adını ilk ayetindeki “beyyine” (apaçık delil) kelimesinden alır ve Kuran’ın rehberliğinin, Resulullah’ın (s.a.v.) nübüvvetinin müminler için önemini gösterir. Ehl-i Kitap ile müşriklerin hakikatten yüz çevirişini, buna mukabil iman edenlerin cennetle müjdelenişini zikrederek mü’minleri Allah’a ihlasla kulluğa, namaz ve zekata sarılmaya çağırır. Resulullah’ın (s.a.v.) Hz. Übey b. Kaba (r.a.): “Allah, bu sureyi sana okumamı emretti” buyurması, surenin Allah katındaki yüce makamına işaret eder.

Beyyine Suresi Okunuşu

    Bismillahirrahmanirrahim

  1. Lem yekünillezine keferu min ehlil kitabi velmüşrikine münfekkıyne hatta te'tiye hümülbeyyineh
  2. Rasulüm minallahi yetlu suhufem mütahherah
  3. Fiha kütübün kayyimeh
  4. Ve ma teferrekallezıne utül kitabe illa min ba'di ma caethümül beyyineh
  5. Ve ma ümiru illa liya'büdüllahe muhlisıyne lehüd din hunefae ve yükıymussalate ve yü'tüzzekane ve zalike diynülkayyimeh
  6. İnnelleziyne keferu min ehlilkitabi velmüşrikiyne fiy nari cehenneme halidiyne fiyha ülaike hüm şerrülberiyyeh
  7. İnnelleziyne amenu ve 'amilussalihati ülaike hüm hayrülberiyyeh
  8. Cezaühüm 'ınde rabbihim cennatü 'adnin tecriy min tahtihel'enharü halidiyne fiyha ebeden radıyallahü 'anhüm ve radu 'anhü zalike limen haşiye rabbeh

Beyyine Suresi Arapça Yazılışı

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

لَمْ يَكُنِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْـكِتَابِ وَالْمُشْرِك۪ينَ مُنْفَكّ۪ينَ حَتّٰى تَأْتِيَهُمُ الْبَيِّنَةُۙ١رَسُولٌ مِنَ اللّٰهِ يَتْلُوا صُحُفاً مُطَهَّرَةًۙ٢ف۪يهَا كُتُبٌ قَيِّمَةٌۜ٣وَمَا تَفَرَّقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَةُۜ٤وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ وَذٰلِكَ د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ٥اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْـكِتَابِ وَالْمُشْرِك۪ينَ ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِۜ٦اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ٧جَزَٓاؤُ۬هُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ٨

Beyyine Suresi Arapça Yazılışı

Beyyine Suresi Anlamı

    Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın Adıyla

  1. Kitap ehlinden inkar edenler ile Allah'a ortak koşanlar, kendilerine apaçık delil gelinceye kadar (küfürden) ayrılacak değillerdi.
  2. Bu delil, tertemiz sahifeleri okuyan, Allah tarafından gönderilen bir peygamberdir.
  3. O sahifelerde dosdoğru hükümler vardır.
  4. Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine o apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.
  5. Halbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekatı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.
  6. Şüphesiz, inkar eden kitap ehli ile Allah'a ortak koşanlar, içinde ebedi kalmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar yaratıkların en kötüsüdürler.
  7. Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar.
  8. Rableri katında onların mükafatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte bu mükafat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.

Beyyine Suresi Konusu

Beyyine suresi, Medine devrinde nazil olan surelerden biridir. Hak ile batılı ayıran ilahi vahyin kıymetini ve kullara düşen mesuliyetleri beyan eder. Sure, Ehl-i Kitap’tan ve müşriklerden, kendilerine apaçık deliller ve resuller gelmeden evvel Allah’ın dinden yüz çevirenleri zikreder. Kuran-ı Kerim’in, tevhidi, hakkı ve batılı açıkça ortaya koyan bir beyyine (apaçık delil) olduğu vurgulanır.

Beyyine Suresi Fazileti

Beyyine suresi, mü’minler için büyük manevi faziletler taşır. Sahih hadis kaynaklarında, Resulullah’ın (s.a.v.) Hz. Übey b. Ka‘b’a (r.a.), “Allah, ‘Lem yekünillezîne keferû’ sûresini sana okumamı emretti” buyurduğu rivayet edilmiştir. Bu hadis, surenin Allah katındaki kıymetini ve Resulullah’ın (s.a.v.) ona özel bir ehemmiyet verdiğini gösterir. Beyyine Suresi, tevhid akidesini, Kuran’ın apaçık delil oluşunu ve ahiret hesabını vurgulayarak mü’minin imanını güçlendirir, Allah’ın rızasına yönelmeye teşvik eder.

Bununla birlikte, Matar el-Müzeni’den rivayet edilen ve Allah’ın, Beyyine Suresi’ni okuyan kulunun kıraatini dinlediği, ona dünya ve ahirette unutulmayacak bir müjde verdiği, cennette hoşnut olacağı bir makam bahşedeceği şeklindeki hadis ile Hz. Übey b. Ka‘b’a (r.a.) atfedilen, “Kim Lemyekün sûresini okursa kıyamet gününde seçkin kullarla beraber olur” anlamındaki hadis, tefsir kaynaklarında yer alsa da, alimler tarafından mevzû (uydurma) kabul edilmiştir.

Beyyine Suresi Nüzul

Mekki olduğuna dair çeşitli rivayetler bulunmakla birlikte diğer bazı rivayetlere ve bilhassa Buhari’de yer alan bir hadise göre Medine devrinde nazil olmuştur. Surenin nüzulü ile ilgili değişik rivayetler bu özellikleriyle birlikte ele alınacak olursa Mekke devrinin sonlarında veya Medine devrinin başlarında nazil olduğu söylenebilir.

Beyyine Suresi Nüzul

Beyyine Suresi Tefsiri

Resulullah (s.a.v.), peygamber olarak gönderilmeden önce Arap Yarımadası’nda kafir iki grup vardı. Birincisi “Ehl-i kitap” olanlar, ikincisi “müşrikler”dir. Ehl-i kitaptan maksat, tahrif edilmiş olsa da ellerinde ilahî bir kitap bulunan ve ona inanan kimselerdir. Genel manada söyleyecek olursak yahudi ve hıristiyanlardır. Kur’an-ı Kerîm yahudilerin “Uzeyr Allah’ın oğludur” diyerek küfre düştüklerini (bk. Tevbe 9/30); hıristiyanların da “Allah Meryem oğlu Mesih’tir” (bk. Maide 5/17) ve “Allah üçün üçüncüsüdür” (bk. Maide 5/73) diyerek kafir olduklarını haber verir. Aslı itibariyle bunların dinleri de tevhid dini olmakla birlikte, sonradan bunu bozmuşlardır. Müşriklerden maksat ise, hiçbir peygambere inanmayan ve hiçbir kitabı bulunmayan kimselerdir. Bunların asıl dini de şirk diniydi. Tevhidi kesinlikle red ve inkar ediyorlardı. Her iki grup da Peygamberimiz gönderilmeden önce küfür üzere bulunuyorlardı. Çünkü onları doğru bir inanca çağıracak ne önlerinde ilahî bir rehber, bir peygamber vardı; ne de ellerinde onlara doğru inancı öğretecek bozulmamış, sağlam ilahî bir kitap kalmıştı. Hepsi bir şekilde yanlış bir yola saparak küfre düşmüşlerdi. Öyle koyu bir küfür karanlığı içinde bulunuyorlardı. Eğer Allah Teala merhamet buyurup, hakikatin apaçık bir delili olan Âhir Zaman Peygamberi (s.a.s.)’i göndermeseydi, onlar kıyamete kadar o küfür karanlığı içinde kalacaklar, bütün benlikleriyle sarıldıkları o küfür halinden hiçbir zaman ayrılıp kurtulmaları mümkün olmayacaktı. Allah’tan büyük bir lutuf olarak Peygamberimiz (s.a.s.) geldi. Kur’an’ı getirdi. Her türlü yalan, şüphe, sapıklık, yanlışlık ve eksikliklerden uzak tertemiz sahifelerden ibaret olan; içinde en sağlam, dosdoğru, hakkı batıldan ayıran ayetler, ilahî hükümler bulunan Kur’an-ı Kerîm’i okudu. Onun manalarını tefsir ve beyan etti. Onun itikadî, amelî, ahlakî… bütün hükümlerinin nasıl tatbik edileceğini bizzat yaşayarak öğretti. Ama ne var ki:

Aslında Ehl-i kitap, yani yahudi ve hıristiyanlar, kitaplarının verdiği bilgilere dayanarak ahir zamanda bir peygamber geleceğini bekliyorlardı. Onun sahip olduğu vasıfları ve hususiyetleri biliyorlardı. Onu, kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanıyorlardı. (bk. Bakara 2/146) Fakat o peygamberin de yine kendilerinden geleceğini umuyorlardı. Hatta müşrik kabilelerle yaptıkları savaşlarda “Ey Rabbimiz! Âhirzamanda göndermeyi va‘dettiğin o peygamber hakkı için senden bizi muzaffer kılmanı diliyoruz” diye dua ediyorlardı. Lakin, Allah Teala, onların dualarında zikrettikleri Hz. Muhammed (s.a.s.) Efendimiz’i peygamber olarak gönderince, O’nun peygamberliğini ve getirdiği kitabı inkar ettiler. Bunun üzerine Hak Teala: “Allah tarafından onlara ellerindeki Tevrat’ı doğrulayan bir kitap gelince, onu inkar ettiler. Halbuki daha önce bu kitabı getirecek Peygamber’i bekliyor ve onun hürmetine inkarcılara karşı galibiyet ve fetih dileyip duruyorlardı. İşte Tevrat’tan öğrendikleri o bilgileri muşahhas halde karşılarında görünce, onu inkar ettiler. Allah’ın laneti bu kafirlerin üzerinedir” (Bakara 2/89) ayetini indirdi. (Kurtubî, el-Cami‘, II, 27; Vahidî, Esbabu’n-nüzûl, s. 31)

Son olarak zikrettiğimiz ayet-i kerîme de açıkça bildirdiği gibi, getirdiği dinin doğru din olduğuna bizzat kendisi apaçık delil teşkil eden o Peygamber gelince Ehl-i kitap onun hakkında ayrılığa düştüler. Pek çoğu ona inanmadı. Bir kısmı ise ona inandı. Daha önce hepsi böyle bir peygamberin geleceği hususunda ittifak halinde iken, gelince bu ittifakları bozuldu. İnanıp inanmama hususunda aralarında tefrikaya düştüler. Nitekim şu ayet-i kerîmeler onların bu halini daha açık izah eder:

“Şüphesiz Allah katında tek makbul din İslam’dır. Ehl-i kitap, ancak kendilerine Peygamber’in hak olduğuna dair bilgi geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Artık kim Allah’ın ayetlerini inkar ederse, şunu bilsin ki Allah, elbette hesabı çok çabuk görendir.” (Âli İmran 3/19)

“Geçmiş ümmetler ancak kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlık ve ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden belirli bir vakte kadar azabın ertelenmesine dair önceden verilmiş bir karar olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm çoktan verilmiş ve işleri bitirilmiş olurdu. Onlardan sonra kitaba mirasçı olanlar ise hala kitap hakkında derin bir şüphe içindedirler.” (Şûra 42/14)

Yüce Rabbimiz, Resûl-i Ekremi’ni اَلْبَيِّنَةُ (beyyine) olarak tavsif buyurur. “Beyyine”, ışık gibi kendisi gayet açık olup başkasını da açıklayan, ortaya çıkaran demektir. Bu sebeple davacının davasını açık bir şekilde beyan ve ispat eden şahide, açık ve sağlam delîle ve mûcizeye “beyyine” denilir. Burada gerçeği beyan ve ispat edecek apaçık, kesin delil veya mûcize demektir ki, maksadın Peygamberimiz (s.a.s.) olduğu açıktır. Onun tertemiz hayatı, son derece dürüst ve güvenilir olup güzel ahlakın bütün dallarında en mükemmel olması dinin en bariz delilidir. Öyle ki, sahip olduğu şahsiyet ve vazifesini mükemmel bir şekilde temsil etmesi itibariyle Resûl-i Ekrem Efendimiz’e bakan bir insan, başka hiçbir delile ihtiyaç duymadan onun doğruluğuna kanaat getirebilirdi. Zira çok defa onu sadece görmek, peygamberliğini kabul etmeğe yetmişti. Abdullah b. Revaha (r.a.)’ın:

لَوْ لَمْ تَكُنْ فِيهِ آياَتٌ مُبَيِّنَةٌ ​لَكَانَ مَنْظَرُهُ يُنْبِئُكَ بِالْخَبَرِ

“O apaçık mûcizelerle gelmemiş olsaydı bile, Sadece mübarek cemaline bakmak, ahlak ve şemailini seyretmek, onun doğruluğu hakkında sana tatmin edici bir bilgi verir” sözü, bu gerçeğin ifadesidir. Nitekim yahudi­le­rin seç­kin alimlerinden Ab­dul­lah b. Se­lam (r.a.), onun gül yü­zü­nü gör­dü­ğün­de; “Bu yüz, ya­lan­cı yü­zü ola­maz!” di­ye­rek sa­de­ce bu se­bep­le iman et­miş­ti. (Tir­mi­zî, Kı­ya­met 42)

Peygamberimiz (s.a.s.), ümmî olduğu ve hiçbir hocadan ders almadığı halde Kur’an-ı Kerîm gibi kıyamete kadar devam edecek dil ve ilim mûcizesi bir kitap getirmiştir. Bedevî bir toplumda tarihin en büyük inkılabını gerçekleştirmiştir. Getirdiği inanç esasları, ibadetler, hükümler ve ahlakî prensipler öyle doğru ve yücedir ki, ona tabi olarak manevîyat, ahlak ve ilimlerde muazzam ilerlemeler kaydedilmiştir. Onun feyzi ve sohbetiyle ashab-ı kiram gibi güzide bir nesil teşekkül etmiştir. Yine onun izinde asırlar boyu dünyaya ışık saçan yüz binlerce mükemmel insan yetişmiştir. Bütün bunlar düşünülecek olursa, Resulullah (s.a.s.)’in dinin aşikar delili, en büyük mûcizesi olduğu ve onu tanıma vesîlelerinin ne kadar fazla olduğu anlaşılır.

Şunu belirtmek gerekir ki, Resûlullah (s.a.s.)’in getirdiği din de, önceki peygamberlerin getirdiği dinin aynı esasları üzerine kuruluydu:

İlk peygamber Hz. Âdem’den itibaren Son Peygamber (s.a.s.)’e kadar Allah’ın kullarına emrettiği dinin aslı aynıdır. Hz. Mûsa ve Hz. İsa aynı dini tebliğ etmişlerdir. Tevrat ve İncil de dinin aynı esaslarını beyan buyurmuştur. Hz. Muhammed (s.a.s.) de yine aynı esasları tebliğ etmiştir. Kıyamete kadar da din aynı esaslar üzerine devam edecektir. Çünkü sağlam, dosdoğru ve bakî olan, Hak katında makbûl din budur. Bu esaslar şunlardır:

  • Dini yani ibadet ve itaati yalnızca Allah’a has kılarak sadece O’na kulluk etmek; ibadette hiçbir şeyi O’na ortak koşmamak.

  • Şirk şüphesi taşıyan her türlü sapık inanç, düşünce ve görüşten uzaklaşıp Allah’ın birliğine inanmak, tek olan Allah’a yönelmek, O’na tapmak.

  • Namaz kılmak. Çünkü namaz Allah’a saygının en yüksek ifadesidir.

  • Zekat vermek. Çünkü zekat insana şefkat ve sevginin en mühim ifadesidir.

Bu esaslara aykırı inanç ve amellerin dinde yeri yoktur. Halbuki Ehl-i kitabın o zaman ki sahip oldukları dini anlayışta bu esasların hepsi bozulmuştu. Batıl inançlar ve bozuk ameller her tarafı sarmıştı. Çünkü onlar, kitaplarını bizzat kendi elleriyle tahrif etmiş, ondaki doğru esasları değiştirmiş ve aslında olmayan pek çok şey ona ilave etmişlerdi. Neyin doğru neyin yanlış olduğu birbirine karışmıştı. İşte gelen son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) ve getirdiği ebedî hidayet güneşi Kur’an-ı Kerîm, bütün bu yanlışları düzeltmiş ve en doğru dini apaçık bir güneş gibi yeniden bütün insanlığın önüne koymuştur.

Bu gerçek karşısında insanlar iki grup olacaktır: Birinci grup, ister Ehl-i kitap ister müşrik ister hangi sapık inanç sahibi olursa olsun, Peygamberimiz (s.a.s.)’in tebliğ ettiği İslam doğru bir şekilde kendilerine ulaştığı halde ona ve getirdiği dine inanmayanlardır. Onu inkar edenlerdir. Bunlar, yaratıkların en kötüleridir, en şerlileridir. Bunlardan daha kötü, daha şerli ve daha bayağı hiçbir varlık yoktur. Bunlar hayvanlardan da daha düşük seviyededirler. Çünkü hayvanlara akıl ve irade verilmemiştir. Halbuki bunlar akıl ve irade sahibi oldukları halde haktan yüz çevirmektedirler. Eğer onlar, bu küfür halleri içinde ölürlerse ebedî olarak cehenneme gideceklerdir.

İkinci grup Peygamberimiz (s.a.s.)’e ve onun getirdiği dine inanan ve bu dinin emrettiği şekilde yaşayan bahtiyarlardır: Bunlar yaratıkların en hayırlılarıdır. Hatta meleklerden daha şerefli ve üstündürler. Çünkü meleklere isyan etme iradesi verilmemiştir. Mü’minler ise isyana iradeleri olduğu halde, bunu terk edip Allah ve Rasûlü’ne itaati tercih etmişlerdir. Onların mükafatı, altlarından ırmaklar akan, sonsuz nimet ve ebedi mutluluk diyarı olan Adn cennetleridir. Orada ebedî kalacaklar, akıl ve hayale gelmedik güzellikte nimetlere olacaklardır. (bk. Buharî, Tevhid 35; Müslim, İman 312) Bunun da ötesinde rıza makamına erecekler; Allah onlardan, onlar da Allah’dan razı olacaktır.

“Haşyet”, tazim ve muhabbet neticesi hasıl olan içi saygı ve ihtiram dolu bir korkudur. Haşyet; insanı güzel bir şekilde itaate sevk eden, onu ihsan seviyesine yaklaştıracak yüksek bir aşk heyecanı uyandıran pek güzel bir ruh halidir. Nitekim bu hali yaşayanlar hakkında: “Onlar, yaptıkları her iyiliği ve işledikleri her ameli, kalpleri her an Rablerine dönüyor olmanın haşyetiyle ürpererek yaparlar” (Mü’minûn 23/60) buyrulur.

Hikmetin başı Allah’tan korkmak olup, bunun derecesi ilim ve marifetin derecesi nispetindedir. Bu sebepledir ki, “Gerçek şu ki, kulları içinde ancak alimler, Allah’tan gerektiği gibi korkarlar” (Fatır 35/28) buyrularak bu gerçeğe işaret edilir. Demek ki cennet ve rıdvana ermek için gerçek bir ilim, irfan, marifet ve insanı devamlı günahlardan uzaklaştırıp Rabbine yaklaştıracak güzel amellere yönlendiren şiddetli bir korku lazımdır.

Burada zikredilen Allah korkusunu ve saygısını, duymayanlara duyurmak için şimdi Beyyine sûresini Zilzal sûresi takip edecek; iyilik ve kötülüklerin cezasının ne zaman ve nasıl olacağını haber verecektir.

Beyyine Suresi Ne Zaman, Nerede İnmiştir?

8 ayetten müteşekkil Beyyine suresi Medine’de nazil olmuştur. İsmini, birinci ayetinde geçen ve “açık delil, kesin belge” manasına gelen beyyine kelimesinden alır.

Beyyine Ne Demek?

Beyyine “açık delil” “kesin belge” manasına gelir. “Beyan” (açıklamak, bildirmek) ile aynı kökten türemiştir.

Efendi Derneği Aracılığı ile Su Kuyusu ve Kurban Bağışı Yapmak İçin Bizimle İletişime Geçiniz!