Tin suresi, Mekke’nin çetin imtihan günlerinde nazil olmuş, 8 ayetlik bir hikmet deryasıdır. İncir ve zeytinle, Tur-i Sina ile ve emniyet yurdu Mekke’ye yemin ederek başlayan bu sure, insanın en güzel kıvamda yaratıldığını, lakin iman ve salih amelle bunu koruyamayanın en aşağı mertebeye düşeceğini haber verir. Cenab-ı Hakk’ın eşsiz adaletini ve insanın yaratılışındaki muazzam hikmeti vurgulayan ayetler; insana hem kendine hem etrafına bakarak Allah’ın hikmet ve kudretini idrak etmeye çağırır.
Bismillahirrahmanirrahim.
وَالتّ۪ينِ وَالزَّيْتُونِۙ وَطُورِ س۪ين۪ينَۙ وَهٰذَا الْبَلَدِ الْاَم۪ينِۙ لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓي اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِل۪ينَۙ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍۜ فَمَا يُكَذِّبُكَ بَعْدُ بِالدّ۪ينِۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَحْكَمِ الْحَاكِم۪ينَ
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
Tin suresi, Mekke’de inzal olmuş, sekiz ayetten müteşekkildir. Mukaddes incir ve zeytine yeminle başlayan bu mübarek sure, insanın ahsen-i takvim üzere yaratıldığını, lakin iman ve salih amelden yüz çevirenin esfel-i safiline düşeceğini anlatır. İman edip güzel işler yapanlara ise bitmez tükenmez bir ecir vadedilir.
Mushaftaki sıralamada 95, iniş sırasına göre 28. suredir. Buruc suresinden sonra, Kureyş suresinden önce Mekke’de inmiştir.
1-4. Yüce Allah kendisinin ilim, sanat ve kudret sıfatlarını gösteren dörtönemli varlığa yani insanın maddî gıdalarından olan incire, zeytine, manevî gıdası olan vahyin indiği Sîna dağına ve “emin belde”ye (Mekke), insanların muhtaç oldukları maddî ve manevî ikramların mükemmel örneklerine yemin ederek insanı en güzel biçimde yarattığını, hem bedenen hem de ruhen yükümlülük alabilecek yeteneklerle donattığını ifade buyurmuştur (insanın seçkin yaratılışı ve üstünlüğü hakkında ayrıca bk. İsra 17/70). Bir görüşe göre incir ve zeytin, mecaz olarak bu ağaçların çokça bulunduğu toprakları, yani Akdeniz’in doğusunda bulunan Filistin ve Suriye’yi simgelemektedir. Kur’an’da adı geçen peygamberlerin çoğu bu topraklarda yaşadıkları ve tebliğde bulundukları için bu iki ağaç cinsi bu peygamberlerin dile getirdiği dinî öğretilerin hayır ve bereketlerinin sembolü olarak kabul edilmektedir. Keza “tîn” ve “zeytûn” kelimeleri hakkında, ilkiyle Mekke’deki Mescid-i Haram’ın, ikincisiyle Kudüs’teki Mescid-i Aksa’nın kastedildiği gibi daha başka sembolik izahlar yapılmıştır. Ancak Şevkanî’nin de haklı olarak belirttiği gibi bu tür yorumların aklî ve naklî dayanağı yoktur (V, 545-546). Âyette Sîna dağı için kullanılan sînîn kelimesinin Habeşçe veya Nabatça olduğu ve “verimli, bereketli, bol ağaçlı” veya “mübarek” anlamına geldiği belirtilir (Razî, XXXII, 10; İbn Âşûr, XXX, 421).
Mekke’nin “güvenli belde” olarak anılmasının sebebi ise gerek İslam’dan önce gerekse İslamî dönemde buranın bir barış kenti olarak tanınması ve orada her türlü kan dökmenin yasaklanması , hatta şehre ticaret amacıyla gelen yabancıların mal veya can güvenliğini sağlamak üzere kabileler arasında anlaşmalar yapılıp uygulanmasıdır. “En güzel biçim” diye çevirdiğimiz ahsen-i takvîm tamlaması bu bağlamda insana Allah tarafından verilen en güzel ve en mükemmel biçim ve yapıyı, bu sayede insanın, yeryüzü varlıkları içinde gerek fizyolojik gerekse ruhsal ve zihinsel yetenekler bakımdan en mükemmel ve en seçkin canlı olarak yaratılmış olmasını ifade eder. Yaratılmışların en mükemmeli olan insanda bulunan –ayetteki deyimiyle– bu güzelliğin kaynağı, Allah’ın onu kendi eliyle yaratıp ruhundan üflemesi (bk. Sad 38/72, 75), “kendi sûreti üzere” (kendi sıfatlarından ona –insanlık düzeyinde olmak üzere– lütufta bulunarak) yaratması (bk. Buharî, “İsti’zan”, 1; Müslim, “Birr”, 115), onu yeryüzünde halife kılması (bk. Bakara 2/30; bilgi için bk. Süleyman Uludağ, “Ahsen-i Takvîm”, DİA, II, 178) vb. lütuf ve inayetleridir. Müfessirler Allah’ın insandan daha güzel mahlûku olmadığı kanaatindedirler. Zira Allah insanı canlı, bilen, irade sahibi, konuşan, işiten, dinleyen, gören, düşünüp tedbir alan, hikmetle hareket eden ve bütün bu özellikleri sayesinde fizik bakımdan kendisinden daha güçlü varlıklar üzerinde bile hakimiyet kurabilen , kültürler ve medeniyetler geliştirebilen bir varlık olarak yaratmıştır ki bütün bu vb. sıfatlar aynı zamanda ilahî sıfatların bir kısmının ondaki yansımaları, tecellileridir (krş. Şevkanî, V, 546).
5-6. “Sonra onu aşağıların aşağısına (esfel-i safilîn) indirdik” ifadesini müfessirler iki türlü yorumlamışlardır: a) İnsanın aşağıların aşağısına indirilmesi, onun bedensel ve zihinsel gelişmesini tamamladıktan sonra fizyolojik ve psikolojik olarak gerilemeye başlaması; algı, hafıza ve düşünme kapasitesinin ve fonksiyonlarının gittikçe zayıflamasıdır.
Nitekim başka ayet-i kerîmelerde bazı insanların güçlendikten sonra “erzel-i ömür” denilen ömrün en zayıf ve sıkıntılı çağına eriştirileceği ifade buyurulmuştur (bk. Hac 22/5). Yaşlanma, müminler için de inkarcılar için de geçerli olan kaçınılmaz bir durumdur. Buna göre 6. ayet, inanıp iyi işler yapan yaşlı kimselerin, itaatlerinden dolayı kesintisiz ödül alacaklarını, bedenen ve zihnen gerileseler bile manen ilerleyeceklerini ifade eder. b) Bu ifade, yaratılış amacına uygun hareket etmeyip ahlakî değerleri hiçe sayan ve en güzel biçimde yaratılmış olmanın şükrünü yerine getirmeyenlerin cehenneme indirileceğini gösterir. Bize göre “Sonra onu aşağıların aşağısına (esfel-i safilîn) indirdik” ifadesiyle şu gerçek ortaya konmaktadır: İman etmeyen ve salih amel (iyi, erdemli, dünya ve ahiret için yararlı işler) yapmayan kimseler, Allah Teala’nın insana verdiği, onu yaratılmışların en mükemmeli kılabilecek imkanları verimli ve doğru bir şekilde kullanmadıkları veya kötüye kullanmış oldukları için, hayatın başlangıç noktasından ileriye doğru gitmek, kesintisiz gelişme ve ecir alma imkanından yararlanmak yerine geriye, insandan geri canlılar alemine doğru gitmiş, alçalmış olacaklardır.
7. İnsanların yaratılışına, üstün yeteneklerine, onların istifadesine verilen nimetlere temas edildikten sonra sağlıklı bir düşüncenin insanı imana götürmesi gerektiği, bütün bu kanıtlara rağmen dini inkar etmenin ilim ve akıl yönünden sağlam bir dayanağının bulunamayacağı vurgulanmaktadır. Âyetteki dîn kelimesini “ahiret ve yargı günü” olarak anlamak da mümkündür. Bu da sonuçta dinin ve inanmanın bir gereğidir.
8. “Allah hüküm verenlerin en adili değil midir?” cümlesi, Allah’ın evreni ve evrendeki varlıkları hikmet ve adalet ölçülerinde yaratıp yönettiğini, dünyada peygamberleri aracılığıyla en doğru ve adil hükmü verdiğini, ahirette de yine en adil hakim olarak mahlûkat arasında hüküm vereceğini ifade eder. Sözün soru şeklinde olması hükmün kesinliğini gösterir. Hz. Peygamber bu ayeti okuyanın, “Evet, öyledir; ben de buna şahitlik edenlerdenim” demesini tavsiye etmiştir (bk. Tirmizî, “Tefsîr”, 84).
Rivayet olunur ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.), seferde yatsı namazını kıldırırken iki rekatın birinde Tin suresini okumuştur. Bu, surenin namazda okunmasının önemine işaret eder. İncir ve zeytine yeminle başlayan ayetleri, Allah’ın kudretini, insanın ahsen-i takvim üzere yaratıldığını ve iman ile salih amelin ebedi saadete vesile olacağını müjdeler.
“İman edip salih ameller işleyenler için tükenmez bir mükafat vardır.” ayeti, müminlere ahiret sevabını hatırlatarak, takva ve güzel ahlak yolunda sebat etmeye çağırır. Sure, kısa olmasına rağmen tevhid, adalet ve ahiret inancını özlü bir şekilde anlatır.
Buruc suresinden sonra, Kureyş suresinden önce Mekke’de inmiştir.
Tin Arapça’da incir demektir. Allah-u Teala surede zeytinle birlikte tin yani incire yemin etmiştir. Bu yüzden sure adını ilk ayette geçen “tin” (incir) kelimesinden alır.
Efendi Derneği Aracılığı ile Su Kuyusu ve Kurban Bağışı Yapmak İçin Bizimle İletişime Geçiniz!